Geçtiğimiz günlerde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Eğer terörist başının tecridi kaldırılacaksa, gelsin TBMM’de DEM Grup Toplantısı’nda konuşsun, terörün bittiğini ilan etsin” şeklindeki açıklamaları gündeme damga vurdu. Bu sözler, Bahçeli’nin siyasi çizgisinde büyük bir riski göze alarak ifade edilmesiyle dikkat çekti. Zira Bahçeli, adeta ezber bozan bir çıkış yaparak bu sorunların çözülmesi için büyük bir irade ortaya koydu. MHP içinde bile bazı çevreler tarafından eleştirilen bu cesur açıklama, Bahçeli’nin “Yeter ki terör sona ersin!” diyerek samimi bir çözüm arayışını işaret etti.
Ancak Bahçeli’nin aldığı bu riski, DEM Partisi’nden aynı kararlılık ve samimiyetle görebildik mi? Ne yazık ki hayır. DEM’li yöneticiler, sadece Bahçeli’nin açıklamasından duydukları memnuniyeti belirttiler. Peki, onlar neden bu ezberi bozmadılar? Bugün, “Kürt sorununun” çözümü için gerçekleri açıklama günüdür. Özellikle kayyum atanan belediye başkanlarının çıkıp, PKK’yı terör örgütü olarak tanımlayıp, örgütle bağları olmadığını ifade etmeleri beklenir. Ancak DEM Partisi, bu tarz bir çıkıştan uzak durarak çözüm odaklı bir duruş sergilemekten kaçındı.
DEM Partisi, yıllardır Kürt halkını siyasi amaçlarla kullanarak hareket etti. Ancak mesele Kürt meselesi değil; vatan hainliğine, devlet düşmanlığına fırsat verilmemesi meselesidir. Devletin kayyum atamalarına yönelik eleştiriler de bu perspektiften değerlendirilmeli. Zira devlet, belediyelerin terör örgütleriyle bağlantılı faaliyetler yürütmesine, kaynakların örgüte aktarılmasına ve teröristlerin belediyelerde istihdam edilmesine göz yumamaz. Daha önce çözüm süreci adı altında yapılan hatalar, devletin ders çıkarmasına yol açtı ve bu hataların tekrarlanmasına izin verilmemesi gerektiği anlaşıldı.
Devlet stratejik bir sabır göstererek, DEM’li siyasetçilere terörle aralarına mesafe koymaları adına bir şans daha tanıdı. Ancak DEM, bu fırsatı değerlendirmek yerine, terör örgütünün arka bahçesi olmaya devam etti. Devlet, gerektiğinde geç kalabilir, fakat bir noktada devreye girer ve yasaların verdiği yetkiyi sonuna kadar kullanır.
Bu çerçevede, terör suçundan yargılanan, hatta ceza almış kişilerin belediye başkan adayı yapılması, devlete meydan okumaktan başka bir şey değildir. İçişleri Bakanlığı, yasaların kendisine verdiği yetki doğrultusunda kayyum atamalarını gerçekleştirmekte ve bu kişilerle bağlantılı belediyelere el koymaktadır. Kimi kesimlerin YSK’yı veya adaylık süreçlerini eleştirmesi, işin özünü göz ardı etmektedir. Türkiye’nin gerçeği şudur: Devletine ve milletine düşman bir zihniyet, fırsat bulduğu her anda vatana ihanet etmektedir.
Özellikle CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in “barış güvercini, bilge kişi” olarak nitelendirdiği Ahmet Türk’e atıfta bulunmak, bu noktada önemlidir. Ahmet Türk’e, ülkenin birliğine katkı sunması ümidiyle defalarca destek verildi. Toplum, onun yaşanmışlıklarından ders alıp birleştirici bir rol üstleneceğini umdu. Ancak bu beklenti boşa çıktı; Türk, ülkenin birliği ve toplumsal bütünleşme adına somut bir adım atmadı.
Bu noktada, “PKK’nın kayyumu mu? Devletin kayyumu mu?” sorusu önem kazanıyor. Tercih yapmamız gerektiğinde, hiç tereddütsüz devletin kayyumunu tercih ederiz. Terör örgütüne net bir mesafe koyamayanların “kayyum”a itiraz etmeye hakkı yoktur. DEM Partisi’nin, hatta CHP’nin, siyaseti terör örgütünün etkisinden kurtarması gerektiği ortada. Bu yapılmadıkça, kayyum uygulamalarına karşı gösterilen tepkilerin samimiyetine inanmak mümkün değil.
Sonuç olarak, devlet, terörle mücadelede kararlıdır ve bu mücadelede taviz vermeyecektir. Bahçeli’nin son açıklamaları, devletin çözüm için risk alabileceğini, ancak bu riski milli bütünlük adına göze aldığını göstermektedir. Oysa DEM Partisi, bu cesareti sergileyememiş ve Kürt kimliğini sadece siyasi bir araç olarak kullanmaya devam etmiştir. Mesele “Kürt sorunu” değil, vatan hainliğine prim verilmemesi gerektiği gerçeğidir.