Bu haftaki kahve sohbetimizin konuğu Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alper Şener oldu. Alper hoca bir yanda öğrencilerine hocalık yapmaya, diğer yanda hastanede doktorluk yapmaya bir de sık sık kamuoyunu bilgilendirmeye çalışıyor. Sohbetimizde hastalıkla ilgili çok dile getirilmeyen konuları ve idari düzenlemeler ilgili sorunları konuştuk. İdari düzenlemeler kısmı bu yazının en önemli bölümünü oluşturuyor. Çünkü o kısımda çok büyük sorunlar yaşamamız yakın…
Buyurun sohbetimize…
Öncelikle herkesin merak ettiği sorunun cevabını vererek başlayalım. Çanakkale’de vaka sayıları hızla artıyor. Vaka sayılarında mart ayına kıyasla üç kat artış var.
Öncelikli olarak hocaya şunu sordum, özellikle son dönemde vaka sayıları artmasına rağmen insanımızda bir rahatlama oldu, “zaten grip gelip geçiyor, ayakta atlatılıyor etrafımızda bir sürü insan oldu, abarttıkları gibi bir şey de değilmiş!”
Alper hoca COVİD-19 virüsünün gripten çok daha farklı olduğunun altını özellikle çizerek, gripte kronik bir süreç yok, grip olursunuz ve vücudunuz bağışıklık kazanır, o kış bir daha grip olmazsınız. Ama bu virüste kronik bir süreç var, altı ayı aşkın bir süredir artarak pozitif olan hastalar geliyor. İkinci defa virüsü kapan hastalarımız var bu virüsün başkalaşım gösterdiğinin en açık kanıtı. Üstelik iyileşseniz dahi bu iş bitmiyor, kalpte, akciğerde, beyinde kalıcı hasarlar bırakıyor. İstanbul’a göre vaka sayıları daha az olan Çanakkale gibi küçük bir yerde dahi böyle örneklere rastlıyoruz. Şu anda bu hasarı giderecek bir çözüm de yok, hastalığı atlatsanız bile belki birkaç yıl bu hasarın sonuçlarını çekeceksiniz.
Hemen araya gireyim, “virüs kronik rahatsızlığı olan ve yaşlılara bu etkileri yapıyor deniliyor.”
Hayır böyle değil bakın şu anda yoğun bakımda hiçbir hastalığı olmayan durumu da ağır olan 40 yaşında hastamız var. Bu şunu gösteriyor, virüs vücuda adapte oluyor ve bağışıklık sistemini etkisiz kılıyor. O yüzden en iyisi bu virüse hiç yakalanmamak rahatlama oldukça ve virüsteki bu başkalaşım da sürdükçe hastalık toplumda iyice kalıcı hale gelecek.
Peki virüsteki bu başkalaşımı aşının etkinliğini kırmayacak mı? Ayrıca aşı ile ilgili gelişmeleri değerlendirir misiniz?
Özellikle bu %90 etkili denilen COVİD-19 aşısında daha farklı teknik kullanılıyor ve aşının ana etken maddesiyle bu başkalaşım olsa dahi istenilen sonuç elde ediliyor. Ama şu anda %90 etkili olacağı söylenen aşı ile ilgili başka bir sorun var. Bu aşının -75 derecede saklanması ve transferi gerekiyor. Bu çok büyük bir maliyet ve lojistik faaliyeti gerektiriyor. Daha anlaşılması için söylüyorum basit bir kızamık aşısı -4 derecede transfer ediliyor bunda bile ücra köylere ulaştırmada sorun yaşanıyor. Üretici firma şu anda buna odaklanmış durumda bu haliyle transfer edilmeye çalışılırsa aşının etkinliğinin %90’ların altına düşeceğini düşünüyorum. Türkiye’de bunu gördüğü için bakanlığımız daha ucuz teknolojilerle yerli aşı üretim çalışmaları yapıyor ve çok ciddi bir aşamaya gelindiğini biliyoruz.
Buradaki hedeflenen mekanizmada virüsü zayıflatarak vermek aşılamanın en kolayı da budur. Burada tek bir handikap bu aşılar kısmi canlı aşılar kişinin hafifte olsa korona virüs enfeksiyonu geçirme riski var. Çin’de, Rusya’da bulunan aşılar böyle aşılardı bu handikap yüzünden çok popüler olmadılar.
Kitlesel aşılama yapılacaksa başka türlü yapılması da zor çünkü çok büyük bir maliyet farkı var. BionTech firmasının aşı üretimi ile ilgili bir kapasite sınırı var çünkü talep çok fazla ABD 300 milyon doz talep etmiş. İngiltere 3 milyon doz aşı alabilecek, İngiltere ile kıyaslarsak bize aşı gelse bile ilk etapta 10 milyon doz lazım. Bu gelen doz da 65 yaş üstü kronik rahatsızlığı olanlara ve sağlık çalışanlara anca yeter. Bunlar göz önüne alındığında bizim kendi aşımızı üretme zorunluluğumuz var.
Hocanın söylediklerinden anlamamız gereken “Aşı geliyor rahatlayalım!” böyle bir lüksümüz yok. Bu rahatlama farkında olmadan sürü bağışıklığı sistemine geçmemize sebep oluyor. Bunun getireceği en büyük sorun ise sağlık sisteminin tıkanması. Öyle ki birçok şehirde hastaneler nerdeyse tamamen dolu. Pandemi hastanelerinin bu denli dolu olması o hastanelerin diğer ameliyat ve tedavileri yapmasının önüne geçiyor.
Alper hoca bu durumu şu sözlerle anlatıyor, sağlık alanında çok kritik bir süreçten geçiyoruz. Adeta sırat köprüsünden geçiyoruz bu bizler için büyük bir imtihan. Yüzü aşkın sağlık personeli hayatını kaybetti, riskli bir durum var, ailelerimize bulaştırmaktan korkuyoruz. Manevi olarak çok yorulduk çünkü aylardır aynı işi yapıyoruz. Bu durum bizim eğitim yapmamızın da önüne geçiyor. Bizler aynı zamanda öğretmeniz, uzaktan eğitime döndük ama tıp eğitimi uzaktan mümkün değil. Mezuniyet öncesi uygulama eğitimleri var bunları uzaktan eğitimle vermemiz mümkün değil. Verirsiniz ama olmaz uzaktan eğitimle ameliyatı öğretmemiz mümkün değil.
Yasaklarla ilgili de sorularım oldu hocaya işletmelerin 22’de neden kapandığı konusu. Çünkü 22’de işletmelerin kapanması bazı işletmelerde 22’ye kadar ciddi bir yoğunluğa sebep oluyorken bazı işletmeleri ise oldukça zora sokuyor. Zaten zorda olan esnaf 22’de kapısına kilit vurunca tıpkı sağlık sisteminde olduğu gibi bir tıkanma yaşayacak.
Hoca bu önemleri alırken Dünya Sağlık Örgütünün (DSÖ) açıkladığı kriterlere göre alındığını ama saha uygulamalarında bazı değişiklikler yapılmasının önünde bir engel olmadığını belirterek şunları söyledi, DSÖ diyor ki test yüzde pozitiflik oranı yüzde beşin üstünde olan ülkelerde bunlar standart önlemler. İşletmelerin 22’de kapanması meselesinde Türkiye için saha pratiğine baktığınızda İspanyan, İtalya, Amerika gibi gece gezen bir millet değiliz. Bizim bu gerçeği dikkate alarak saat 22 düzenlemesinde bazı değişiklikler yapabiliriz, bunun önünde bir engel yok. DSÖ’nün kriterlerine uyma sebebimiz entegre olduğumuz dünya ile ilgili çünkü yurtdışı uçuş yasağı, turizm yasağı, seyahat yasağı DSÖ’nün belirlediği bu kurallara ne kadar uyduğunuz ile ilgili alınıyor. Biz şunu diyebiliriz 22’den sonra işletmelerle ilgili şunları yaptık ama buna ek olarak esnek mesaiye geçtik yani dengeleme yapmak ve bunu bildirmek gerekiyor.
Okulların kademeli olarak açılması ve eğitimin iki gün olarak devam etmesi konusunu sordum.
Bu konuda da ülkemize özel bir düzenleme yapmamız gerekiyor çünkü biz dünyanın genelinden daha farklı bir toplumuz, büyüklerimizle iç içe yaşıyoruz. Ama birçok Avrupa ülkesinde yaşlılar huzur evlerinde. Dolayısıyla okulları bizim gibi sıkı kısıtlama yapmadan devam eden örnekler var. Biz eğer 65 yaş üstünü korumak istiyorsak okulla ilgili ilişkiyi kesmemiz lazım. Çocuk okula ya da dışarıya gittiğinde virüsten etkilenmese bile taşıyıcı olarak o virüsü eve getirebilir. Bu durumda 65 yaş üstüne kısıtlama getirmemizin bir anlamı kalmaz. Dokuz yaş altı dünyada virüsten dolayı bildirilmiş bir ölüm yok, ağır geçiren hasta gurubu genelde 18 yaş üstü ama burada bir kısıtlama yapmazsak. Virüsün toplumda yayılması riski artar. Üniversitelerde iki günde olsa okulun olmamasının sebebi de bu gerçekler. Burada risk analizini doğru yapmak lazım. Çünkü iki ucu keskin bıçak, bir taraftan sağlık sistemi tıkanmasın diye dikkat ediyoruz diğer yandan da musluğun ağzını kontrollü şekilde açıyoruz ama musluktan bir anda su boşalmayacağının da garantisi yok. O yüzden ölçerek yapmak lazım, bunu yaparken de bölgesel kararlar almak lazım. Her il için ayrı planlama yapılması gerektiğini savunuyorum.
Sohbetimizde dikkatimi en çok çeken ve hocanın da serzenişte bulunduğu “bütün yük burada bizim üstümüzde” sözleri oldu. Bu serzeniş idarecilerimizin artık yeni bir yol haritası çizmelerini mecbur kılıyor.
Dokuz aydır COVİD ile ilgili süreç ÇOMÜ Hastanesinde devam ediyor. Bunu sağlıklı bulmuyorum. Bu ciddi anlamda bir adaletsizliğe sebep oluyor. Bu durum ister istemez sağlık personelinde hata payının artmasına sebep oluyor. Evet ilçelerde de pandemi hastaneleri var ama yüz hastadan bir tanesi bu hastanelerde takip ediliyor bütün yük burada bizim üstümüzde. Bu stratejik olarak da doğru değil, tamam diğer hastaneleri temiz bırakalım, koruyalım diyoruz ama bunun sürdürülebilmesi çok zor. Akılcı olan bir karantina hastanesi belirlemek ve şehirdeki sağlık çalışanlarının dönüşümlü olarak burada görev yapmasını sağlamak. Söyledim, tekrar etmek de fayda görüyorum, biz bir üniversite hastanesiyiz ve doktor yetiştiriyoruz, eğitim ve uygulama yapmamız gerekiyor bunu yapamıyoruz. Bunun uzun vadede zararı olur çünkü buradan yetişecek doktorlara yarın muhtaç olacağız ve şu anda bu doktor adayları eğitim alamıyor, eğitim almadan mezun olacaklar…
“Diğer şehirlerde bu iş nasıl yönetiliyor?” diye sordum.
Bakanlık belirli kriterler belirledi bu kriterle uyan her hastane pandemi hastanesi olabilir denildi. Yani bakanlık illa ÇOMÜ Hastanesi pandemi hastanesi olacak demedi. Sürecin başında bir hastanede bunu toplayalım diğer hastaneyi temiz tutalım denildi ama artık yeni bir modelleme şart.