Deprem ülkesi olduğumuzu yarın büyük bir felaketle karşılaşma olasılığımızın çok yüksek olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Yaşadığımız acılarla canımız yanıp, yüreğimiz sızlıyor... Ekranlara yansıyan mucize kurtuluş haberleriyle teselli bulmaya çalışıp felaketi adeta sineye çekme alışkanlığımız ise değişmiyor. Dakika dakika canlı verilen mucize kurtuluşlara odaklanırken, kalıcı tedbirler konusunda ne kadar kafa yoruyoruz? Bu sorunun cevabı ortada yok.
Kentsel dönüşüm diye pazarlanan tedbirin de "rantsal dönüşüm" halini almasıyla depreme karşı tedbirler konusunda bir arpa boyu yol alamadığımız acı gerçeğiyle karşı karşıya olduğumuzu gören var mı? Belediyeler sokak sokak her binanın durumunu biliyor. Hangi bina yıkılıp yapılmalı, hangi bina güçlendirme çalışmasıyla ayakta kalabilir, belli. Ve bunu dün öğrenmedik, 99 depreminde gözümüzün açılmasından beri, 21 yıldır biliyoruz. Ama maalesef yöneticilerimiz kentsel dönüşümün bir avuç müteahhittin rant hırsına kurban edilmesine halen daha göz yumuyor! Gerçek amaca yönelik bir kentsel dönüşüm projesi neredeyse yok gibi…
Bu tablo sadece belediyelerin ve ilgili kurumların günahı değil, toplum olarak hepimiz suçluyuz! Evet deprem değil bina öldürür diyoruz da yıkılan binalara bakınca; bilimin, vicdanın, yasanın ihlal edildiğini görüyoruz. Zemin katlardaki kolonlar kesilmiş, garaja, işyerine yer açılmış. Taşıyıcı duvarlar yıkılmış metrekare kazanılmış. Bu binaları projelendiren, inşa eden, ruhsat veren ve satın alan herkes; aynı ortak günahın tarafı oluyor. Belediye ahbap çavuş ilişkisiyle denetlemez, mal sahibi daha fazla rant için kolon keser, satın alan manzaraya odaklanır zemine bakmaz ise, sonuç her zaman felaket olur.
“Böylesi felaketler yaşanmaması için…” diye başlayan cümleleri şu sıralar sıkça duyacağız, ama korkmayın en fazla bir ay sürecek. Hadi bu bir ayı iyi değerlendirelim bari… Örneğin şu bir ay boyunca “Sosyal Konutların Dönüştürülmesi” meselesi sıkça konuşulacak ama mevcut bakış açısıyla bir arpa boyu yol alınamayacak.
Çünkü Çanakkale Belediyesinin 2013 yılında bölge için yarışma yaparak hazırladığı projede mevcut 866 konutun dönüştürülebilmesi için konut sayısının 1514’e yükseltilmesini şart koşuyordu. Yapılacak nitelikli konutlar orada yaşayan vatandaşların tasfiye edilmesi zorunlu kılıyordu! Hatta bu konu Mimarlık Dergisinin 387 sayısında, kentsel bir hafızanın olduğu bir yerleşimi yok sayarak yeniden bir “yeni mahalle” üretmenin sorunlarından bahsedilerek, var olanı korumanın, kimlik değerlerini de zedelemeden üretmenin yollarının aranması gerektiği üzerinde durularak eleştiriliyordu.
Böylesi bir dönüşüm sadece mimarlar tarafından değil hükümetin Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum tarafından da eleştirilmişti. Ne zaman mı? 2019 yerel seçimlerinde AK Partinin belediye başkan adayı Ayhan Gider’in sosyal konutlarda düzenlediği toplantıda... Kurum, “Biz burada mahalle kültürünü yok etmeden, vatandaşlarımızın nefes alacağı, şehre örnek bir proje yapılmasını sağlayacağız. Biz gördük, inceledik. Sizin yeriniz zaten çok kıymetli. 4-5 katlı evleriniz 6-8 kata çıktığı zaman, o altlardaki yol üstü ticarethaneleri yapıldığı zaman zaten başka bir ihtiyaç yok. Biz de inşallah burayı 1 Nisan itibariyle riskli alan ilan ederiz. Size kirayla ilgili destek veririz, taşınmayla ilgili destek veririz, finansla ilgili destek veririz. Bu dönüşümü inşallah Ayhan başkanımızla birlikte yaparız.”
Olmadı, yapılamadı. Ayhan başkanla hedeflenen dönüşüm, CHP’li Ülgür Gökhan’ın kazanmasıyla rafa kaldırıldı. Kazanan Ülgür Gökhan da, AK Parti Grup Başkanvekili Çanakkale Milletvekili Bülent Turan’ın daha önce de söylediği “Jülide vekilimizle birlikte üzerimize düşen neyse yapmaya hazırız” davetine rağmen türlü gerekçelerle meseleyi olması gerektiği şekilde sahiplenmedi. Gökhan, yazışmalar, protokolleri bir kenara bırakarak vekillerle bakan kurumun kapısına dayansaydı bu mesele bugün hali yoluna çoktan girmiş olurdu!
Dediğim gibi gündemde deprem olunca Çanakkale’de Sosyal Konutlar hep konuşulacak. Peki şehirde dönüştürülmesi gereken sadece sosyal konutlar mı var? Yeni ve eski kordondaki milyonluk dairelerin bulunduğu binalar depreme dayanıklı mı mesela? Kimse buralara değmeyecek çünkü onların gelir düzeyi iyi ve keyifleri ne zaman isterse o zaman dönüştürecekler! Yani deprem, dönüşüm yaşanan her türlü sıkıntı yine dar gelirlinin başına bela oldu, olacak…
Ve son söz; Afet yönetimi uzmanı Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’nun geçtiğimiz günlerde bir televizyon programında söyledikleri çok etkileyiciydi. “İzmir’de yapılan şey, afet yönetimi değil, kriz yönetimidir. Tamam başarılıyız. Ancak bizim asıl yapmamız gereken şey, afet yönetimidir. Yani afet olmadan önce yapmamız gerekenler. Afet yönetimi asıl budur. Afet yönetiminin babası Hz. Nuh’tur. İnsanlığı tufandan kurtarmak için gemi yapmaya başladığında yağmur yağmıyordu.”