Kerem İriç
Köşe Yazarı
Kerem İriç
 

Siyasi Çekişmelerin Gölgesinde, AK Parti, Çanakkale ve İç Hesaplaşmalar

Yerel seçimlerin hemen ardından AK Parti'de "başarısızlığın bedelini kim ödeyecek?" tartışmaları, kasıtlı olarak birileri tarafından para ve nüfuz kullanılarak başlatıldı. Oysa bu tartışmanın asıl başlaması gereken parti CHP olmalıydı, çünkü 20 yılı aşkın süredir elinde olan Çanakkale Belediyesi’ni az daha İYİ Parti’den aday olan Burak Kunt’a kaptırıyordu. Kunt, 2 bin oy daha alsa bugün belediye başkanı olmuştu. CHP’de ortaya çıkan bu başarısızlığın bedelini ne il, ne ilçe, ne de parti içindeki siyasi elitlerden kimse ödemedi. Bedel ödemeyi geçtim, bir özeleştiri bile yapılmadı. AK Parti’de özeleştiri yapılmasın demiyorum, ama Başkan Erdoğan’ın kongre takvimini açıklamasına ve gerekirse değişiklik yapacağını taahhüt etmesine rağmen, adeta yangından mal kaçırır gibi AK Parti’de operasyon çekmeye çalışanların derdi ne olabilir? Hemen cevabını vereyim: haset. Hasetle dağlanmış bu tahayyül dünyasında, nefretle saldırdığı, üzerinde tepinmek arzusuyla yanıp tutuştuğu, mahvolmasını istediği kişi ve gruplar, aslında kendisinin sahip olmak isteyip de olamadığını genellikle temsil eder. Çünkü haset etmek, imrenmek demek değildir. Haset edilenin elindekinin veya elinde olduğuna inanılanın alınıp kendine verilmesini arzulamaktır. Fırsat bulan herkesin hemen siyasete atılmak istemesi, ister istemez topluma şunu söyletiyor: "Meğer ne kadar hizmet sevdalısı, dava adamı varmış!" Ancak son kullanım tarihi çoktan geçmiş siyasi mevtaların isimlerini görünce, siyasetin farkına varılmayan müzmin bir hastalık olduğu kanaatine varıyoruz. Yıllarca oturdukları koltuğa değer katamayanların, oturdukları koltuktan değer aldığı gerçeği ortadayken, bu hırs, bu arzu, bu hasetlik neden? Öyle ki bugün adının AK Parti il başkanlığında geçmesi için çaba harcayan, kendini “dava adamı” diye pazarlayan bazı tiplerin, daha önce AK Parti’de görevdeyken vatandaştan para alarak iş sözü verdiğini, bu sözünü yerine getiremeyince o vatandaşın kapı kapı dolaşarak “dolandırıldım” dediğini herkes biliyor! Siyasi kimlik, kendilerinde bir alışkanlık ve hatta bağımlılık haline gelen bu gariban siyasetçilerin haline insanın gülmesi mi yoksa ağlaması mı gerekiyor, karar veremiyorum. Kendilerinin bir şekilde iktidara gelmelerinin mümkün olmadığını bildikleri halde, sırf kendilerinin koltuğunu elinde alanların ve aslında kendilerini zamanında var edenlerin sonunu getirmek amacıyla hareket ediyorlarsa, bu tam bir hastalık halidir. Allah şifalar versin. Sırf haset yüzünden eski dostlarına saldıranlar, gün gelir çok pişman olacaklar ama iş işten geçmiş olacak. Siyasi doyumsuzlukları hiç tükenmeyen, hırsları akıllarının ve vicdanlarının önüne geçmiş tiplerin “dün dündür” anlayışıyla siyaset eksenini, hatta kendi eksenini kaybedenlerin sonunda şeytanın maskarası olduklarını görüyoruz. Siyaseti yaşamlarından çıkarırlarsa, geride kalan boşlukta kaybolacaklarından korktukları için siyaseti, yaşamın ana damarı, geçim kapısı ya da meslek dalı olarak gören ve buna tav olanların “başarısızlığın bedelini kim ödeyecek?” diye sormalarını takdirlerinize bırakıyorum. Siyasetin bir hizmet vasıtası olduğu söylemi kulağa hoş geliyor olsa da, hizmet veya hizmetkarlık söylemi, bazı şeyleri kamufle etmenin ötesine geçememektedir. Hizmetkâr olmaktan kasıt, efendilikten başka bir şey olmasa gerek. Aksi durumda ne bu kadar kişi siyaset sahnesinde yer alır, ne de bu denli vahşi ve saldırgan bir hal alırdı. Son söz: Gerçek siyaset, ahlaka gerekli saygıyı göstermeden bir adım bile atamaz. Ahlakla siyasetin bağdaşamadığı hallerde, ahlak siyasetin çözemediği düğümü koparır. Siyaset, ahlak önünde dize gelmelidir; ancak böyle olursa bazı şeyler düzelir.
Ekleme Tarihi: 15 Ağustos 2024 - Perşembe

Siyasi Çekişmelerin Gölgesinde, AK Parti, Çanakkale ve İç Hesaplaşmalar

Yerel seçimlerin hemen ardından AK Parti'de "başarısızlığın bedelini kim ödeyecek?" tartışmaları, kasıtlı olarak birileri tarafından para ve nüfuz kullanılarak başlatıldı. Oysa bu tartışmanın asıl başlaması gereken parti CHP olmalıydı, çünkü 20 yılı aşkın süredir elinde olan Çanakkale Belediyesi’ni az daha İYİ Parti’den aday olan Burak Kunt’a kaptırıyordu. Kunt, 2 bin oy daha alsa bugün belediye başkanı olmuştu. CHP’de ortaya çıkan bu başarısızlığın bedelini ne il, ne ilçe, ne de parti içindeki siyasi elitlerden kimse ödemedi. Bedel ödemeyi geçtim, bir özeleştiri bile yapılmadı. AK Parti’de özeleştiri yapılmasın demiyorum, ama Başkan Erdoğan’ın kongre takvimini açıklamasına ve gerekirse değişiklik yapacağını taahhüt etmesine rağmen, adeta yangından mal kaçırır gibi AK Parti’de operasyon çekmeye çalışanların derdi ne olabilir? Hemen cevabını vereyim: haset.

Hasetle dağlanmış bu tahayyül dünyasında, nefretle saldırdığı, üzerinde tepinmek arzusuyla yanıp tutuştuğu, mahvolmasını istediği kişi ve gruplar, aslında kendisinin sahip olmak isteyip de olamadığını genellikle temsil eder. Çünkü haset etmek, imrenmek demek değildir. Haset edilenin elindekinin veya elinde olduğuna inanılanın alınıp kendine verilmesini arzulamaktır.

Fırsat bulan herkesin hemen siyasete atılmak istemesi, ister istemez topluma şunu söyletiyor: "Meğer ne kadar hizmet sevdalısı, dava adamı varmış!" Ancak son kullanım tarihi çoktan geçmiş siyasi mevtaların isimlerini görünce, siyasetin farkına varılmayan müzmin bir hastalık olduğu kanaatine varıyoruz. Yıllarca oturdukları koltuğa değer katamayanların, oturdukları koltuktan değer aldığı gerçeği ortadayken, bu hırs, bu arzu, bu hasetlik neden?

Öyle ki bugün adının AK Parti il başkanlığında geçmesi için çaba harcayan, kendini “dava adamı” diye pazarlayan bazı tiplerin, daha önce AK Parti’de görevdeyken vatandaştan para alarak iş sözü verdiğini, bu sözünü yerine getiremeyince o vatandaşın kapı kapı dolaşarak “dolandırıldım” dediğini herkes biliyor!

Siyasi kimlik, kendilerinde bir alışkanlık ve hatta bağımlılık haline gelen bu gariban siyasetçilerin haline insanın gülmesi mi yoksa ağlaması mı gerekiyor, karar veremiyorum. Kendilerinin bir şekilde iktidara gelmelerinin mümkün olmadığını bildikleri halde, sırf kendilerinin koltuğunu elinde alanların ve aslında kendilerini zamanında var edenlerin sonunu getirmek amacıyla hareket ediyorlarsa, bu tam bir hastalık halidir. Allah şifalar versin. Sırf haset yüzünden eski dostlarına saldıranlar, gün gelir çok pişman olacaklar ama iş işten geçmiş olacak.

Siyasi doyumsuzlukları hiç tükenmeyen, hırsları akıllarının ve vicdanlarının önüne geçmiş tiplerin “dün dündür” anlayışıyla siyaset eksenini, hatta kendi eksenini kaybedenlerin sonunda şeytanın maskarası olduklarını görüyoruz. Siyaseti yaşamlarından çıkarırlarsa, geride kalan boşlukta kaybolacaklarından korktukları için siyaseti, yaşamın ana damarı, geçim kapısı ya da meslek dalı olarak gören ve buna tav olanların “başarısızlığın bedelini kim ödeyecek?” diye sormalarını takdirlerinize bırakıyorum.

Siyasetin bir hizmet vasıtası olduğu söylemi kulağa hoş geliyor olsa da, hizmet veya hizmetkarlık söylemi, bazı şeyleri kamufle etmenin ötesine geçememektedir. Hizmetkâr olmaktan kasıt, efendilikten başka bir şey olmasa gerek. Aksi durumda ne bu kadar kişi siyaset sahnesinde yer alır, ne de bu denli vahşi ve saldırgan bir hal alırdı.

Son söz: Gerçek siyaset, ahlaka gerekli saygıyı göstermeden bir adım bile atamaz. Ahlakla siyasetin bağdaşamadığı hallerde, ahlak siyasetin çözemediği düğümü koparır. Siyaset, ahlak önünde dize gelmelidir; ancak böyle olursa bazı şeyler düzelir.

Yazıya ifade bırak !