31 Mart seçimlerinin özeti olarak, Türkiye'de kurumsal muhalefetin yaşadığı yapısal sorunların toplumsal muhalefet tarafından telafi edildiği bir dönemdi. Bu tepki, sadece anti-Erdoğancılık ile sınırlı değildi ve ana muhalefetin ya da diğer siyasi partilerin sürekli vurguladığı "Erdoğan rejimi" veya "rekabetçi otoriter rejim" karşıtlığından ziyade, siyasetin bütününü etkileyen bir durumdu.
6,5 milyon vatandaşın sandığa gitmemesi, özellikle emeklilerin tepkisi gibi iktidarın destekçileri arasında bile ciddi bir memnuniyetsizliği gösterdi. Ayrıca, orta-alt gelir kesiminin yaşadığı maddi ve manevi sorunlar da muhalefetin dikkate alması gereken bir faktördü.
Ancak, bu tepkiler muhalefetin çağrısının merkezinde yer almadı ve hatta bazıları tarafından gasp edilme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Seçim sonuçları, siyasetin dengesini değiştiren ve farklı siyasi söylemleri kendi amaçları için kullanmaya çalışan bir siyaset-üstü müdahaleyi gösterdi.
Kurumsal muhalefetin, geçmişte etkisiz kalan söylemlerinin bu tepkiyi değerlendirememe riski de bulunuyor. Bu tepki, sadece CHP'nin politikalarına bir onay veya ikna değil, daha geniş bir memnuniyetsizlik ve taleplerin bir sonucuydu.
Bu dönemde yaşananlar sadece bir "demokrasi zaferi" veya "hukuk" ihtiyacı olarak değil, daha derin ve geniş kapsamlı bir durum olarak ele alınmalıdır.
Ortaya çıkan sonuçlar sonrası şöyle bir sorgulama yapılmasını doğru buluyorum; “Tutarlılık çok önemlidir. İnsan fırıldak gibi, konjonktüre göre dönüşler yapmamalıdır. Ama tutarlılığı bir inat ve değişime direnme olarak algılayan birisi de kendisini gelişmeye kapatmış demektir... İnsan tutarlı olmalı ama yanlışlarından da cesurca dönüp değişebilmelidir...
Gündelik meseleler konusunda değişim ihtiyacı belirgin olduğu için bu konularda değişmek daha kolaydır. Ama inanç ve tabulalarla ilgili konularda değişmek çok zordur. Çoğu insan inancında yanılma olasılığını ihtimal dışı görüp en ufak sorgulamayı bile ayağının kayması zanneder.”