Sizleri vicdanınız ile aklınız arasında kalacağınız zor bir konuyla yüzleştirmek istiyorum. Toplum geleneğimizde kutsadığımız bazı uygulamalar var ki, modern hayat standartlarında aslında tam bir çözümsüzlük. Bunlardan biri de huzurevi meselesi... (Huzurevlerinin adları da konseptleri de değişmelidir, yıldızlı zincir oteller başta olmak üzere, özel sektör devletin de desteğiyle yeni konsept projelerle bu alana yatırımlar yapmalıdırlar. Evet devlet destekli yatırımlar var fakat burada çok ciddi nitelik sorunları var. Bu kısma yazının sonunda daha detaylı olarak yer verdim.)
Bizde yaşlıları huzurevine bırakmak zulüm ve aşırı vefasızlık olarak değerlendirilir. Bunu ancak hayırsız evlat yapar denir. Anne-baba seni ne şartlarda büyüttü, sen bir yatağı evinde çok gördün, denir. Ama yaşam koşullarının değişimi ve ilişkilerin dönüşümü hiç hesap edilmez. Evet, geniş aile tarzı eski yaşam şartlarında insanların yaşlılarını huzurevine bırakması hiç normal değildi. Çünkü ömür boyu aynı evde yaşayıp da yaşlanınca evden atmak gerçekten ahlaksızlıktı. Zaten evin kadını hep evde olur, evin işlerini yapar, yaşlıların hizmetini görürdü. Bundan kimse de şikâyet etmezdi. Hayat bu şekilde yaşanır, yaşlılar çocuklarının yanında ölürdü.
Günümüzde artık şehir hayatıyla birlikte kadın-erkek ilişkileri değişti ve gelişti. Tıpkı erkek gibi çalışan kadın evinin işlerini bile tek başına yapamayacak kadar meşgul oluyor. Eve yorgun argın dönen çiftler kişisel temizliklerini yapıp birkaç saat oturup sonra uyuyorlar. Ertesi sabah zaten erken saatte herkes işine gücüne koşuyor. Çocuk varsa, o da okuluna gidiyor akşama kadar ve gelince ödev, dinlenme ve yatma süreci gerçekleşiyor. Zaten evlerin büyük çoğunluğu 2+1, ebeveyn ve çocuk odasından başka ilave bir oda bile yok. Yemek, tv, sohbet, misafir ağırlama, hatta eve getirilen işler bu odada hallediliyor. Özetle kimsenin kimseye ayıracak ne zamanı ne mekânı var. Böyle bir yaşam koşulunda zaten yaşlılar ziyarete bile geldiğinde mümkünse yatıya kalmadan gidiyorlar. Çünkü evde rahat edecek alan yok.
Tüm bunlar herkesin bildiği gerçekler. Böyle olunca da bakıma muhtaç yaşlılara evde bakmak öyle içinden çıkılacak bir iş olmaktan da çıkıyor. Evde bakıma muhtaç yaşlı olduğunda onunla ilgilenen bir bakıcı yoksa zaten ilgilenecek kimse kalmıyor. Bakıcı için de zaten oda yok. Ayrıca evin çocukları ders ve sınavlara hazırlık yapmak zorunda olduğundan, ciddi bir düzene de ihtiyaç var. Bu durumda hane halkı, kaldırılamaz bir yükle boğuşmak zorunda kalmış oluyor. Hem böyle bir ortamda yaşlıların da rahat etmesi imkânsız oluyor.
İşin bir de modern zaman hijyen anlayışı tarafı var. O yaşlıların tuvalet ihtiyacı vs tarzı ağır bakımları falan zaten ev ahalisini deli bile edebilir. Çünkü artık hijyen anlayışı eskisi gibi değil, çoğu insan temizlik takıntılı. Bu işin bir de sosyal hayat yönü var. İnsanlar akşamları dışarı çıkma ihtiyacı hissediyor, yoğun çalışan biri için tatil bile bir ihtiyaç. Böyle bir durumda yaşlıları kime bırakacaksın? Ya da tüm bunlardan vazgeçip, evden bir kişi de işi gücü bırakıp yaşlılarla ilgilenecek, hayat zaten zorken, çekilmez hale gelecek.
Hasılı kelam, ben yaşlansam, ömür boyu farklı evlerde yaşadığım çocuklarımın yanına yerleşmeyi böyle bir ortamda hiç istemem. En başta bana sıkıntı olur. Bu işten kimse mutlu olarak ayrılamaz. İnsanın sabrının tükendiği yerde kalpler de kırılır ve artık hiçbir anlamı da kalmaz.
Peki ne olmalı? Modern yaşam tarzı dikkate alınarak yaşlıların gerçekten güzel vakit geçirip bakımlarının en güzel şekilde yapıldığı huzurevleri veya apartlar devletin desteğiyle yaygınlaşmalı. Burası bir terk etme mekânı değil, yeni ve konforlu bir ev olarak ele alınmalı. Buralarda kalan yaşlılar asla bir öğrenci yurdu veya cezaevi gibi bir sistem ya da şartlarda değil, otel mantığıyla hizmet, konfor ve özgürlük sağlayan bir yerde kalmanın keyfini çıkarmalı. Evlatlar ise büyüklerinin huzurlu ve konforlu bir yerde olduğunu bilerek mutlu olmalı.
Son söz; “Dünya hayatının amacı dram yaşamak veya çile çekmek değildir. Acı ve ızdırabın kutsanacak bir tarafı yoktur. Herkes değişen şartların farkında olmalı, imkânsız rüyalarla millete ahlak satmamalıdır. Evet, kimileri bu yazdıklarımdan rahatsız olacaktır belki ama gerçekler işte bu... Şimdi kendimle çelişme zamanı, peki ben bu gerçeklere rağmen vicdanım ile aklım arasında kaldığımda ne yapardım vicdanımı seçerdim… Çünkü dünya hayatı ölümlü, akıl-vicdan-irade denkleminde iyilik-kötülük... Kaybetmek pahasına vicdanın sesini dinleyebilme imtihanı.