Facebook’ta genel olarak senin gibi düşünenleri daha çok görüyorsun değil mi? Twitter tıpkı senin gibi düşünenleri “takip et” diye önerilerde bulunuyor. İnstgram ise “tam da bunu arıyordum” dediklerini sana sunuyor. Peki neden? Algoritmalar yüzünden! Bunun sonucu olarak sosyal medyayı kullanan insanlar büyük çoğunlukla yalnızca kendi görüşlerini destekleyen düşünceleri ve yalnızca kendi inandığı fikirleri doğrulayan haberleri takip ederek, beğenerek, yorum yaparak özünde kendi söylediğinin yankısını dinlemekten öteye gidemiyor, karşı görüşlerden haberdar olamıyor. Böylece sözde demokrasinin taşıyıcısı olan ve bu yönüyle “yeni medya” olarak anılan sosyal medya klasik televizyon yayınlarından bile daha tek tipçi bir hâl alıyor. Facebook yetkilileri bu durumu: “Ne göreceğinizi biz seçmiyoruz, siz seçiyorsunuz. Siz bize nelere ilgi duyduğunuzu söylüyorsunuz, biz de size ilgi duyduğunuz şeyleri gösteriyoruz” sözleriyle “kelime oyunu” yaparak açıklıyorlar.
Bunun adına yankı odaları deniyor, bu kavram, sosyal medyada sansürün olmadığı ve düşünce çeşitliliğinin maksimum seviyede olduğu algısına getirilmiş en güçlü reddiyelerden biri. Merkezi bir sansür olmadığı doğru ancak otosansür merkezi bir sansürden bile daha ağır işlemekte, “söylediğin yanlış olabilir mi?” sorusuna dahi katlanamayan insanlar sansürü bizzat kendi kendisine uygulayarak karşı görüşlerin etkileşim havuzuna düşmesini bile engelliyor. Evet sosyal medyada düşünce çeşitliliği iddiası doğru, ancak düşünceler arası etkileşim olmadığı için bir işe yaramıyor.
Bu durum sosyal medya kullanıcılarını aslında sürekli “sen haklısın, bak senin gibi düşünen kaç kişi var, bak bu haber de seni doğruluyor, bak şu yorum da seni destekliyor, senin düşüncen en iyi düşünce” telkininde bulunan bir hipnoz aracına dönüştürdü. Siyasi görüş fark etmeksizin insanlar kendi düşünceleri tarafından zehirlendi. Sürekli doğrulanan ve tekrarlanan öz düşüncesi aşırılaştı, diğer düşüncelere karşı körleşti, bireyin tüm yaşamını kaplamaya ve bir süre sonra ise gerçekle tamamen bağını kopararak irrasyonelleşmeye başladı. Psikolojik rahatsızlıkları da beraberinde getiren bu sarhoşluk hali ile insanlar empati, anlayış, karşı tarafı da dinleme ve makulü arama gibi kavramları tamamen terk ederek robotlaştı, adeta yeniden programlandı. Böyle oldukça da insan kendi yazdıklarında ya da desteklediklerinde de giderek saldırganlaşmaya başladı ve nihayetinde ortaya toplu bir delirme hâli, bitmeyen bir yarış ve gittikçe seviyesizleşen, gittikçe vasatlaşan bir iletişim “kültürü” çıktı.
Soru: İletişim çağı gerçekten iletişimi arttırdı mı?
İletişim çağı ile beklenen de artan iletişim yolları ile iletişimin ve insanların birbirini anlamasıydı. Oysa tarih bize bunun koskoca bir zan olduğunu gösterdi. Cebimizden telefonumuzu çıkarıp istediğimiz içeriği istediğimiz zaman son sürat oluşturup binlerce insanla paylaşabildiğimiz bu çağda ne üretti insanlık? Cevap: Nefret, kin, kutuplaşma, karşı tarafı dinlememe, empati eksikliği ve linç kültürü. Peki nasıl oldu da böyle oldu? Yukarda anlattıklarım sanırım cevabı oldu…
Bir örnek vererek yazıyı yavaş yavaş bitirelim…
2012 yılında Barack Obama’nın önerdiği vergi düzenlemesinin kabul edilmemesi halinde orta sınıfın hane başına ödeyeceği yıllık gelir vergisi 2 bin dolar civarında artış yaşayacaktı. Bu duruma dikkat çeken Obama halka bir çağrı yaparak, “Amerikalılardan şunu talep ediyorum: Sesinizi yükseltin. Kongre üyelerine 2 bin dolar ekstra ödemenin sizin için ne anlama geldiğini söyleyin. Onlara e-mail atın, Facebook duvarlarına yazın, ayrıca tweet atın. ‘#My2K’ hashtagini kullanarak tweet atabilirsiniz.” sözleriyle bir sosyal medya kampanyası, ya da basının ifade edişiyle bir “sosyal medya muharebesi” başlattı.
29 Kasım 2012'de yapılan çağrı ile açılan #My2K etiketi 8 Ocak 2013'e kadar gözlendi ve bu etiketi kullanarak tweet atanların etkileşim ağı çıkarıldı. Ortaya çıkan sonuç ise tartışmanın neredeyse bıçakla kesilmiş gibi iki ayrı ağ arasında döndüğüydü. Gözlemin sonucuna göre partizan Twitter kullanıcıları, kendini doğrulayan kaynaklar ve kendi gibi düşünen kullanıcılardan oluşan bir etkileşim balonu yaratıyor ve bu balonun dışına çıkmıyor.
Yankı Odaları dediğimiz şey de tam olarak buydu…
Benzer kampanyayı ülkemizde ana muhalefet partisi de yürüttü/yürütüyor. Suriyelilere maaş ve sınavsız üniversite hakkı veriliyor iddiası, tank palet fabrikası satıldı iddiası, 128 Milyar dolar nerede sorusu… Bu sorular ve cevaplar tarafların umurunda olmadı, taraflar safları sıklaştırdılar ve sosyal medya muharebesinden zaferle çıkmak için ajansları zengin ettiler!
Yazımı 2016 seçimlerinde ABD başkanlığını Trump’a bırakan Barack Obama veda konuşmasıyla bitirmek isterim: “Bir çoğumuz için, kendi balonlarımızın içine çekilmek daha güvenli geliyor. Komşularımızın, üniversite kampüsümüzün, dini alanlarımızın hatta sosyal medya akışımızın. Bizim gibi olan ve bizimle aynı politik görüşleri taşıyan insanlar tarafından sarılıyor ve sanılarımızı hiç sınamıyoruz. Çıplak bir partizanlığın yükselişi, ekonomik ve dini kutuplaşmanın artması, medyamızın her kesime ayrı yayın yapan parçalara ayrılması bütün bu olanlar bu büyük ayrışmayı doğal, hatta kaçınılmaz gösteriyor. Ve giderek artan biçimde biz, doğru ya da yanlış olması fark etmezsiniz, sadece düşüncelerimize uyan bilgileri kabul ederek bu düşüncelerimizi daha katı hâle getiriyoruz. Oysa olması gereken, düşüncelerimizi hakikat bilgilerin üzerine kurmak.”