Kerem İriç
Köşe Yazarı
Kerem İriç
 

Uzaya Çıkmayalım, Kanal İstanbul’u Yapmayalım!

Çevre ve Şehircilik Bakanı Kurum, “Kanal İstanbul projemizin temellerini yaz aylarında atacağız” dedi. Projenin ne denli kıymetli olduğunu sadece ulusal değil, uluslararası etkileri olacak bir proje olacağını herhalde söylememize gerek yok. Kanal inşaat maliyeti 75 milyar TL olarak öngörülmüş. Proje İstanbul'un tarihi dokusunun korunması, İstanbulluların emniyeti, güvenliği ve ülkemizin menfaati için gerekli. Proje parasal bir büyüklükle ölçülemeyecek kadar değerli. Hayata geçirildiğinde elde edeceğimiz uluslararası ticaret hacmi ve ülkemizin stratejik öneminin artması da parasal olarak değerlendirilemez. Siyasi kimliğini bir kenara bırakıp aklı başında değerlendirmeler yapan bilim insanları projenin muhalefetin anlattığı gibi bir “yıkım projesi” olmadığının altını çiziyor ve onlarca bilimsel veri paylaşıyorlar.  Öyle ki Celal Şengör hoca projenin jeolojik olarak bir sıkıntı oluşturmayacağını, burada taşınan su miktarının barajlardan bile az olduğunu, projenin herhangi bir depremi tetiklemeyeceğini söylüyor. İlber Ortaylı hoca da kanalın yapılmasına destek olan isimlerden birisi, “Boğaz geçişini hükümet söyledi diye bazıları alerji duyuyor” diyen Ortaylı; “Çünkü İstanbul boğazları milletler arası bir trafiğe müsait değildir. Lozan ve Montrö zamanında buradan geçen gemilerin yoğunluğu yüzde 1'in de altında. Bu hacmi kaldıramaz. İstanbul'un nüfusu 1 milyondu boğaz işlemiyordu zaten. Şimdi bizim okuldan bile motor kalkıyor sabah akşam karşıya. Servisle taşıyacak halimiz yok. Her yakada 10'ar milyon adam yaşıyor" diyor.  Sabaha kadar kanalın neden yapılması gerektiğini anlatabilirim… Fakat geleceğim nokta “kanal yapılsın” noktası değil evet kanal yapılmasın diyorum! Nedeni ise içinde bulunduğumuz ekonomik koşullar. 2018’de başlayan ve pandeminin de etkisiyle zirveye ulaşan ekonomik sıkıntılar içindeyiz. Binlerce işletme bir daha açmamak üzere kepenklerini kapatıyor, icradaki dosyaların sayısı her gün katlanarak artıyor, borçla borç katılmaya çalışıyor. İnsanların canlarının, ekmeğinin derdine bu denli düşmüşken böylesi paraların yarına ertelenebilecek bir projede harcanacağının ilan edilmesinin önce vicdani sonra siyasi bazı sonuçları olur, olacaktır…  Böylesi bir ortamda 75 milyar TL’ye mal olacak ve kısa vadede doğrudan gelir sağlamayacak bir projenin hayata geçirilmesi açıkçası alkış almaz…  Projenin ne olacağı, nasıl finanse edileceği, gerekliliği ne olursa olsun alkış almaz. Kimler mi alkışlamaz, AK Partinin, hükümetin en sıkı destekçileri dar ve orta gelir grubunda olan milyonlardan alkış almaz. Açıktan olmasa da içlerinden söyleyeceklerini sanırım tahmin edebiliriz.  Tekrar ediyorum, proje yapılmalı mı kesinlikle evet ama doğru zaman bu zaman değil.  Aynı şekilde geçtiğimiz aylarda Başkan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin Milli Uzay Programı'na ilişkin yol haritasını açıklamıştı. Cumhuriyet'in 100'üncü yılında, 2023'te Ay ile ilk temasın sağlanmasının hedeflendiğini açıklayan Erdoğan, 10'uncu ve son hedef olarak da bir Türk vatandaşının uzaya gönderileceğini duyurmuştu. Bu çok heyecan verici bir söylem, heyecan verici bir vizyon fakat neden bunun etkisini sokakta, insanımızda göremiyoruz?  Cevap yine aynı, insanların canlarının, ekmeğinin derdine bu denli düşmüşken ne kanalın yapılmasına bakar ne de uzaya çıkılmasına…  Erdoğan sokağın nabzını ölçen ve sokağın sesine kulak veren bir isim. Ben sokaktan gelen sesi belki büyükler görür diye paylaşmak istedim. *** “Öylesine” bir şeyler söyleyerek yazıyı bitirmek isterim. İnsanlığın yarattığı en yıkıcı güç, vasatların dayanışmasıdır. Dikkatli takip edersek bu insanlar arasında adı konmamış bir dayanışma görürüz. Vasat her zaman vasatı tutar, çünkü başka bir vasatın varlığı kendisinin de varlığımın teminatıdır! Vasatların dayanışması, ilk önce “kendi camiasından niteliklileri” devre dışı bırakmakla uğraşır ki kendi vasatlığı fark edilmesin… Bu camianın neredeyse her kademesinde daha da şiddetlenen bir oyuna dönüşür. Kendi niteliksizliği ortaya çıkmasın diye, en niteliklileri ısrarla ve kuralsızca güç kullanarak, gözden, akıldan, işitmeden uzak tutmaya çalışır…
Ekleme Tarihi: 03 Mayıs 2021 - Pazartesi

Uzaya Çıkmayalım, Kanal İstanbul’u Yapmayalım!

Çevre ve Şehircilik Bakanı Kurum, “Kanal İstanbul projemizin temellerini yaz aylarında atacağız” dedi. Projenin ne denli kıymetli olduğunu sadece ulusal değil, uluslararası etkileri olacak bir proje olacağını herhalde söylememize gerek yok. Kanal inşaat maliyeti 75 milyar TL olarak öngörülmüş. Proje İstanbul'un tarihi dokusunun korunması, İstanbulluların emniyeti, güvenliği ve ülkemizin menfaati için gerekli. Proje parasal bir büyüklükle ölçülemeyecek kadar değerli. Hayata geçirildiğinde elde edeceğimiz uluslararası ticaret hacmi ve ülkemizin stratejik öneminin artması da parasal olarak değerlendirilemez.

Siyasi kimliğini bir kenara bırakıp aklı başında değerlendirmeler yapan bilim insanları projenin muhalefetin anlattığı gibi bir “yıkım projesi” olmadığının altını çiziyor ve onlarca bilimsel veri paylaşıyorlar. 

Öyle ki Celal Şengör hoca projenin jeolojik olarak bir sıkıntı oluşturmayacağını, burada taşınan su miktarının barajlardan bile az olduğunu, projenin herhangi bir depremi tetiklemeyeceğini söylüyor. İlber Ortaylı hoca da kanalın yapılmasına destek olan isimlerden birisi, “Boğaz geçişini hükümet söyledi diye bazıları alerji duyuyor” diyen Ortaylı; “Çünkü İstanbul boğazları milletler arası bir trafiğe müsait değildir. Lozan ve Montrö zamanında buradan geçen gemilerin yoğunluğu yüzde 1'in de altında. Bu hacmi kaldıramaz. İstanbul'un nüfusu 1 milyondu boğaz işlemiyordu zaten. Şimdi bizim okuldan bile motor kalkıyor sabah akşam karşıya. Servisle taşıyacak halimiz yok. Her yakada 10'ar milyon adam yaşıyor" diyor. 

Sabaha kadar kanalın neden yapılması gerektiğini anlatabilirim… Fakat geleceğim nokta “kanal yapılsın” noktası değil evet kanal yapılmasın diyorum! Nedeni ise içinde bulunduğumuz ekonomik koşullar. 2018’de başlayan ve pandeminin de etkisiyle zirveye ulaşan ekonomik sıkıntılar içindeyiz. Binlerce işletme bir daha açmamak üzere kepenklerini kapatıyor, icradaki dosyaların sayısı her gün katlanarak artıyor, borçla borç katılmaya çalışıyor. İnsanların canlarının, ekmeğinin derdine bu denli düşmüşken böylesi paraların yarına ertelenebilecek bir projede harcanacağının ilan edilmesinin önce vicdani sonra siyasi bazı sonuçları olur, olacaktır… 

Böylesi bir ortamda 75 milyar TL’ye mal olacak ve kısa vadede doğrudan gelir sağlamayacak bir projenin hayata geçirilmesi açıkçası alkış almaz… 

Projenin ne olacağı, nasıl finanse edileceği, gerekliliği ne olursa olsun alkış almaz. Kimler mi alkışlamaz, AK Partinin, hükümetin en sıkı destekçileri dar ve orta gelir grubunda olan milyonlardan alkış almaz. Açıktan olmasa da içlerinden söyleyeceklerini sanırım tahmin edebiliriz. 

Tekrar ediyorum, proje yapılmalı mı kesinlikle evet ama doğru zaman bu zaman değil. 

Aynı şekilde geçtiğimiz aylarda Başkan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin Milli Uzay Programı'na ilişkin yol haritasını açıklamıştı. Cumhuriyet'in 100'üncü yılında, 2023'te Ay ile ilk temasın sağlanmasının hedeflendiğini açıklayan Erdoğan, 10'uncu ve son hedef olarak da bir Türk vatandaşının uzaya gönderileceğini duyurmuştu. Bu çok heyecan verici bir söylem, heyecan verici bir vizyon fakat neden bunun etkisini sokakta, insanımızda göremiyoruz? 

Cevap yine aynı, insanların canlarının, ekmeğinin derdine bu denli düşmüşken ne kanalın yapılmasına bakar ne de uzaya çıkılmasına… 

Erdoğan sokağın nabzını ölçen ve sokağın sesine kulak veren bir isim. Ben sokaktan gelen sesi belki büyükler görür diye paylaşmak istedim.

***

“Öylesine” bir şeyler söyleyerek yazıyı bitirmek isterim.

İnsanlığın yarattığı en yıkıcı güç, vasatların dayanışmasıdır. Dikkatli takip edersek bu insanlar arasında adı konmamış bir dayanışma görürüz. Vasat her zaman vasatı tutar, çünkü başka bir vasatın varlığı kendisinin de varlığımın teminatıdır!

Vasatların dayanışması, ilk önce “kendi camiasından niteliklileri” devre dışı bırakmakla uğraşır ki kendi vasatlığı fark edilmesin… Bu camianın neredeyse her kademesinde daha da şiddetlenen bir oyuna dönüşür. Kendi niteliksizliği ortaya çıkmasın diye, en niteliklileri ısrarla ve kuralsızca güç kullanarak, gözden, akıldan, işitmeden uzak tutmaya çalışır…

Yazıya ifade bırak !