Hayatın kendisi, hayatta kalmaya indirgendi. Yirmi dört saatin yarısını evin dışında geçiren, pazarı iple çeken, resmi tatil hafta içine denk gelse de evde olsak diye hesap yapan adeta eve hasret olan bizler “evde kalınarak” mutlu olunamayacağını gördük. Başlarda ekmek yapmak, farklı tarifler denemek oldukça renkliydi oysa… Artık ne ekmek yapmak ne de ekmek yemek geliyor içimizden rengimizi kaybetmeye başladık ve renksiz bir hayat, hayat değildir. Gerçekten kıymetli ne varsa, hijyenik değil. Dolu bir sinema salonunda gizlice ağlamak, bir tiyatro oyunundan etkilenmek ve sonra fuayede şarkı söyleyenlerin coşkusuyla konuşmadan durmamak, basık tavanlı, tıklım tıklım bir kafede bir şeyler içmek, tokalaşıp sarılmak, bir restoranda dostlarla sohbete kendini kaptırmak kahkahalar atmak. İşte tüm bunların hayatımıza ne denli anlam katan şeyler olduğunu gördük ve anladık ki; “Uçmayı ne kadar sevdiğimizi anlamamız için önce kanatlarımızın kesilmesi gerekti.”
Aradan geçen bir yılın sonunda birçok şeyin farklı olduğu gayet açık. Buradaki sorun, pandemi geçtiğinde bu değişikliklerden hangilerinin varlığını sürdüreceği. Örneğin bundan sonra da insanlar arası mesafeyi koruyup sosyal etkileşimlerimizde dikkatli olmayı sürdürecek miyiz? Evden çalışma ve uzaktan dersler yaygınlaşacak mı yoksa yetişkinler ofislerine, çocuklarsa okul sıralarına mı dönecek? Her şeyin bir anda eskisi gibi olacağına inanmak naiflik olacaktır. Pandemi, halihazırda şekil almaya başlamış trendleri hızlandırmış oldu ve hükümetleri, şirketleri ve hepimizi geçmişteki bağlamdan çok daha farklı şekilde yaşamak zorunda bıraktı.
Covid-19 milyonlarca insanın hayatına mal oldu ve dünyayı İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana yaşanan en büyük krize sürükledi. İkinci Dünya Savaşı sonrası siyasetçi kuşağı daha önce hiç bu kadar kapsamlı kararlar vermek zorunda kalmamıştı. Dünyada neredeyse bütün hükümetler benzer kapanma stratejileri uyguladı, ciddi alternatif çözümlere kimse cesaret edemedi. Bir yılın sonunda çıkardığımız acı ders, bu görünürdeki alternatifsizliğin, kişisel sorumluluk ve mantıklı davranmak konusunda toplumda yaşanan bariz bir yenilgi olduğudur. Şimdilerde üçüncü dalgadan bahsediliyor, salgının ikinci, hatta belki üçüncü yılı da olacak, bilemiyoruz. Geride kalan zamana baktığımızda tüm dünyada yapılan en önemli eleştiri şu: Artan ya da azalan vaka sayıları konusunda tepkisel kararlar verildi, uzun vadeli yaklaşım arada kaynadı.
Sürecin ekonomik etkileri ise apayrı bir yazı konusu… Peki sorun sadece pandeminin üzerimizdeki melankolik ve ekonomik etkisi mi hayır daha fazlası…
“Feci bir ahlaki çöküşün eşiğindeyiz”
Bu ifade Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus’a ait. Ghebreyesus, aşıların bazılarına umut getirmesine rağmen, dünyanın zenginleri ve yoksulları arasındaki eşitsizlik duvarında başka bir tuğla haline gelme tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuzu söylüyor. Şimdiye kadar en az 49 yüksek gelirli ülkede 39 milyon dozdan fazla aşı uygulandı. Düşük gelirli bir ülkeye ise sadece 25 doz verildi. 25 milyon değil, 25 bin değil, sadece 25. Tablo gösteriyor ki dünya feci bir ahlaki başarısızlığın eşiğinde. Bu başarısızlığın bedeli de dünyanın en yoksul ülkelerinde insan hayatı ve geçim kaynaklarıyla ödenecek.
Bakın Avrupa’nın gündemine “Aşı Pasaportu…”
Geçtiğimiz günlerde yapılan AB zirvesinde dijital bir Korona aşı pasaportu uygulaması kararlaştırıldı. Fransızlar etik nedenlerle bu tür bir aşı pasaportuna bütünüyle karşı. Ama büyük havayolu şirketleri uçağa binerken gösterilmek üzere bir belge olması için bastırıyor. Yani şu veya bu nedenle aşı olmayan insanlar seyahat edemeyecek. İnsanlara, büyük bir olasılıkla 27 AB üyesi ülkede geçerli olacak, çok dilli bir tür aşı belgesi verilecek. İnsanların henüz küçük bir bölümünün aşılandığı bu süreçte, aşı sertifikasını konuşmak saçmalık. Başka şeyler daha fazla aciliyet arz ediyor.
Mücadelenin küresel çapta yürütülmesi gerekiyor. Bakın hemen her sektörde ciddi bir hammadde sorunu yaşıyor ve bu durum küresel ölçekte fiyat artışlarının yaşanmasına sebep oluyor. Bu durumu bir örnekle açıklayarak bitirmek isterim.
Pandemi nedeniyle geçtiğimiz yıl fabrikaların ve showroom'ların kapandığı otomotiv sektörü oldukça zor bir dönem geçirdi. Sektör temsilcileri 2021'e umutla bakarken bu kez de çip krizi patlak verdi ve görünen o ki bu süreç biraz daha uzayacak. Yarıiletken sektöründe yaşanan stok sorunu, tüm üreticileri etkiledi. Otomotivde çip tedariki adeta bir kriz halini aldı. Çip tedarik sorunu nedeniyle pek çok şirket üretimi yavaşlatma kararı alırken bazı fabrikalarını da geçici olarak kapatmaya başladı. Volkswagen Grubu Almanya'daki iki tesiste üretim kapasitesini düşüreceğini açıklamıştı. Öte yandan Ford, Toyota, Mazda, Honda, FCA ve Mercedes-Benz gibi üreticilerden de benzer açıklamalar geldi. Son olarak Renault Grubu da çip krizinden etkilendiğini açıkladı.
Korona krizi, hükümetlerin elinden sürekli kayıp gidiyor. AB, DSÖ ve diğer uluslararası kuruluşlar köhne yapısıyla yüzyılın kriziyle başa çıkamıyorlar. Dünyanın “süper, en gelişmiş ülkeleri” ve hükümet başkanları yattıkları uykudan nasıl uyandırılabilir? Bu felç olma durumunu nasıl sona erecek?