Bir çemberin içerisindesin ve etrafında birkaç insan canlısı, ellerinde sopalar ile boynundan bağlı halata asılıp duruyor. Kaçmaya çalışıyorsun ama nafile birçoğu sıkıca tutmuş hâlâ çekiyorlar. Üzerinde ağır bir yük ve renkli renkli bir sürü aksesuar. Ne diye? Onları eğlendirebilmen için.
Binlercesinden çığlıklar uğultu şeklinde kulağında yankılanıyor. Korkman onlar için hiçbir şey ifade etmiyor. Ağzından akan köpüklü salya ile ilgilenmiyorlar. İnsana özgü galibiyet duygusunu yaşamaları gerek. İşte her yıl bu işkenceyi çekiyorsun. Hem de geleneksel bir festival adı altında.
İnsanların içlerindeki rahatsız açlığı doyurmak üzere geleneksel bir organizasyon adı altında güreştiriliyor. İnsanların oluşturduğu bir çemberin ortasına alınan develer birbirlerini boyunları ile yaptıkları baskılar ile devirmeye çalışıyor. Güreş esnasında develerin yularından birçok kişi tutarak ve develeri çekiştirerek devrilmelerine yardımcı oluyor veya develeri kontrol altında tutuyorlar.
Güreşten çekilmeye veya kalkmaya çalışan deveye etraftaki kişiler ellerinde bulunan sopa veya halatlarla, herhangi birine sahip değilse de el hareketleri ile korkutarak develeri güreşmeye zorluyorlar. Önce devrilen deve yarışı kaybetmiş oluyor. Güreş esnasında ağızlarından sürekli akan salya ve dayak normal karşılanıyor. Ne de olsa büyük bir hayvan ve kontrol etmesi zor olarak düşünülüyor.
Hayvan dövüşlerinin suç kabul edilmiş olmasına rağmen belediyeler, bu gibi organizasyonları festival adı altında gerçekleştirerek hayvan dövüştürmeyi meşrulaştırıyor. Bulunduğumuz coğrafya genelinde hayvan dövüşleri hâlâ yaygın olarak devam ediyor. Özellikle köpek ve horoz dövüşleri yasak olmasına rağmen varlığını sürdürmekte. Toplumun hayvanlara bakış açısında gerçekleşmeyen değişim ve kök salmış vahşi geleneksel anlayış, tek amacı yaşamak olan varlıkların yakasını bırakacağa benzemiyor.
Merkezi ve yerel örgütlü yapılar ve bireysel anlayışların günümüze yansıması hayvanların acı dolu çığlıkları olarak yükseliyor. Eğlence adı altında ölen, yaralanan, sakat kalan ve yaşamsal faaliyetlerini fiziksel ve psikolojik yönden sağlıklı devam ettiremeyen hayvanların varlığı bizim varlığımızın bir ürünü.
Geleneklerimiz hayvanların bedenlerinde son buluyor. Bitmek bilmeyen bir kan davasının tek aktörleri olarak yaşamlarımıza devam ediyoruz ve bu davada ölen yalnızca bir taraf var: Hayvanlar.
Kaynaklar, İslam öncesi Cahiliye müşrik insanını anlatırken şu tespiti yapar: Onlar, helvadan put yapıp bir süre tapıyorlar, acıkınca o puttan helvalarını yiyorlardı. Aslında bu menfaatçi, kamuflajcı şirk mantığı her dönem değişik isim, renk ve tonlarda varlığını sürdürüyor. Yani cahiliye versiyonları, o dönemlerde kalmış değildir, o dönem insanlarına da hâs değildir.
Evet bu menfaatçi, kamuflajcı şirk mantığı her dönem değişik isim, renk ve tonlarda varlığını sürdürüyor. Yüzlerce örnek verebiliriz belki ama benim içimi acıtan bir örneği sizlerle paylaşmak isterim. Geleneksel eziyet diye tanımlayabileceğimiz deve dövüşlerinden bahsedelim. Garip bir şekilde bu eziyet azalacağı yerde her geçen gün artıyor! Öyle ki hayvan hakları gününde boy boy fotoğraf paylaşan makamlarında kedi besleyerek minnoş pozlar veren makam sahipleri bile bu eziyetin bizzat organizatörü oluyorlar. Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan kendi himayesindeki eziyeti geleneksel olarak her yıl Ocak ayında yapıyor! Bunu gören Kepez’in yeni belediye başkanı Birol Arslan geri kalır mı, o da birincisini bu hafta sonu yapıyor. Bu işin partisi, osu busu yok, bu işi organize edenler ötede veremeyeceği onca hesaba bir büyük hesap daha eklemiş oluyorlar. Sözüm ona dindar, muhafazakâr olarak kendilerini tanımlayan kişi ve grupların bu eziyeti organize etmelerine ise gerçekten söylenecek söz yok!