Gündem İstanbul Sözleşmesinin feshedilmesi…
Öncelikle bu sözleşmenin imzalandığı döneme bakmak gerekiyor. Avrupa birliğine girmek için reformları ardı ardına yaptığımız yılların sonuydu. Sözleşmede bu reformlar kapsamında imzalanmıştı.
Sözleşmenin amacı dört ana maddeden oluşuyordu.
- Kadınları her türlü şiddetten korumak, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadele etmek, şiddeti önlemek ve kovuşturmak.
- Kadına yönelik her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirerek gerçek anlamda kadın erkek eşitliğini teşvik etmek.
- Şiddet mağdurlarını korumak ve desteklemek.
- Şiddetle mücadelede tüm kurum ve kuruluşlar arasında iş birliği sağlamak amacıyla koordinasyonu sağlamaktır.
Mevcut yasalarımız zaten bu dört amaca fazlasıyla hizmet ediyordu bunu AB kriterleri çerçevesinde imzalamamızın bir sakıncası yok gibi gözüküyordu. Bankada ki kredi sözleşmeleri gibi okumadan attık imzayı! Yasal düzenleme yapılıp uygulamaya geçtikten sonra iyi niyetimizin kurbanı olduğumuzu anlamamız çok uzun sürmedi.
Belirtmek isterim ki sözleşmenin feshedilmesi demek; kadına şiddetin önünün açılması demek değil, kadının haklarının elinden alınması değil. Yasalarımız, sözleşme imzalanmadan önce de kadınları koruyor, kolluyordu. Sanki kadınların bütün hakları elinden alınmış gibi bir hava estirmek “siyasetten, popülizmden” başka bir şey değil.
Sözleşmenin “toplumsal cinsiyet eşitliği” tartışması bölümüne girmek istemiyorum o bölüm apayrı bir tartışma konusu çünkü.
Hadi başlayalım, avukat bir arkadaşım sözleşmenin en hararetle tartışıldığı dönemde konuya dair şöyle bir örnek paylaşmıştı benimle; “Asansörü çağırdı bindin, içerde bir kadın var birlikte giriş katına indiniz. Kadın senin saçını, tipini beğenmedi ya da sana gıcık oldu. Gidip karakola “beni asansörde taciz etti” dediği anda hayatında o andan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Asansörde kamera yok ve üçüncü bir kişi olmadığı için şahit de yok! Emniyet güçleri gelir seni alır, savcılığa ifadeni verirsin, savcı seni tutuklanmak üzere mahkemeye sevk eder ve mahkeme tutuklar. Emniyette, savcılıkta “bu bir iftiradır, yok öyle bir şey demenin faydası yok. Suçsuzluğunu ispat etmek zorundasın. Geçmiş olsun!”
Nasıl filmlerde ki gibi değil mi? Evet evet inanmayabilirsiniz ama sözleşmenin ve ilgili yasanın böylesine büyük bir boşluğu var işte. İptal edilsin diyen çoğunluğun çıkış noktası da tam olarak burası “kadının beyanı esastır.” Peki aynı “iftirayı” erkek kadına atarsa ne olur? Hiçbir şey çünkü emniyet güçleri, savcı delil olmadan işlem yapmaz/yapamaz. Tanıdığınız bildiğiniz birkaç avukata sorun, soruşturun buna benzer onlarca olay anlatacaklardır. Kocasına, erkek arkadaşına kızdığı için “hayatı sana zindan edeceğim” diyen kadınların neler yaptıklarını duyunca şaşıracaksınız. Hepimiz bir anneyiz, babayız, kardeşiz, evladız, hangimiz başımıza böyle bir şey gelsin isteriz?
Gelelim İlkelere
Yukardaki örnekte olduğu gibi insanların şeref ve haysiyetleri güvence altında olmadığı için bu sözleşmeye karşı durmalıyız. Cinsel istismar konusunda kadın beyanı esas olduğu için, iftiralar karşısında erkeklerin ve ailelerinin haysiyetleri güvence altında değil. Kanundan sonra birilerine düşmanlık besleyen bazı kadınlar cinsel istismar iftirası atarak öç almaya başladılar. Bu iftiralarla erkekler hem hürriyetlerinden oluyor hem de toplum nezdinde aşağılamaya maruz kalıyorlar. Cinsel istismar iftiraları ile binlerce erkek masum olduğuna dair açık delilleri olduğu halde, ağır cezalarla hapislere atıldığı için karşıyız.
Kadın hakları-erkek hakları gibi hak ayrımcılığı cinsiyetçiliktir. İnsanların hakları vardır ve bir ülkenin kanunları vatandaşlarını kadın-erkek demeden korumak zorundadır. Kanunlarda bir eksiklik varsa bir cinsiyet için ayrı kanun çıkarılmaz, kanunlar de değişiklik yapılır ve uygulamadaki aksaklıklar giderilir.
Cinsiyetçilik de ırkçılık gibi faşist-bölücü bir akımdır. Bazı sapık ve cani erkeklerin suçunu bütün erkeklerin üzerine yıkarak medyada sürekli “erkek şiddeti” diyerek erkek cinsiyetini suçlu ilan etmek bölücülük ve kışkırtıcılıktır!
İstanbul sözleşmesi ve 6284 kadının kurban-erkeğin saldırgan olduğu ön kabulü ile hazırlanmıştır. Kadının beyanı esas kılınmıştır. Bu da erkek cinsiyetini baştan suçlu ilan ettiği için masumiyet karinesine ve insan haklarına aykırıdır.
Şiddet tanımı içindeki özellikle “psikolojik şiddet” kadınların da uyguladığı bir şiddet çeşidi olduğu halde, sanki kadın bütün bu şiddet çeşitlerinde arınmış, hiçbir şekilde erkeğe psikolojik şiddet uygulamayan üstün bir cinsiyet, olarak kabul edildiği için. Bu da toplumda haksızlık yapan kadınların “kadınım ben kadın…” gibi söylemlerle sadece kadın olduğu için kadınların haksızken bile haklı çıkması gerektiği yanılgısına düşmelerine sebep oluyor.
Kanunların, kadınların eline erkeklere karşı canları istedikleri şekilde sallayacakları bir sopa olarak verilmesine hep birlikte karşı çıkmalıyız. Karı-koca anlaşmazlıklarında eğitimle hallolacak pek çok evlilik problemlerinin çözümü için adım atılmayıp onarmak değil, dağıtmak için çalışmalar yapılmasına karşı olmamız gerekiyor.
Erkeğin kadına sert bir söz söylemesi ile dayağı “şiddet” diye aynı kefeye koyması, kadına laf atma ile tecavüzü “cinsel istismar” diye aynı kefeye koyması ve hepsini aynı kanunla yargılaması ve birbirine yakın cezalar verilmesi adalete aykırıdır. Adaletsiz yasalar halkın devletine olan güvenini sarsar.