Kerem İriç
Köşe Yazarı
Kerem İriç
 

Bu İşin Sorumlusu En Çok Bağıranlar

Son dönemde sivil toplum kuruluşlarının yapısı ve söylemleriyle ilgili tartışmalar kamuoyunda sıkça gündeme geliyor. Öyle ki hükümet bu konuda Ankara Barosunun dini hassasiyetleri hiçe sayan nefret dolu açıklamaları yasal değişikliğe giderek baroların yapısını değiştirdi. Benzer bir durum Türk Tabiler Birliğinin de başına gelecek! Neden mi çünkü sivil toplum kuruluşları siyasetin adeta bir meslek kolu gibi hareket ediyorlar… Kendi alanları dışında “ne kadar popülizm yapabilirsek o kadar takdir görürüz, iktidarı haklı, haksız ne kadar eleştirsek o kadar gündem oluruz” diye düşündükleri için “farkında olmadan” bu ülkeye çok büyük kötülük yapıyorlar. İktidarı her geçen gün daha da “otoriter” olmakla suçlayan bu kuruşlar eylem ve söylemleriyle iktidarın otoriter adımlar atmasına aslında zemin hazırlıyorlar ve iktidara “haklıyız” motivasyonu sağlıyorlar. Benzer durumlar yerelde de yaşanmıyor mu? Yedi kişinin bir araya gelerek kurduğu bir dernek bütün bir toplum adına açıklama yapıp, “halk böyle istiyor, böyle düşünüyor” diye propaganda yapıyor. Bu apaçık yüzde birin, yüzde doksan dokuza tahakkümü değil de nedir?  Bu apaçık demokrasinin kötüye kullanılması değil mi? Üstelik çok büyük bir samimiyetsizlik de söz konusu. Bakınız, Çanakkale'de “Madene karşıyız!” diye slogan atanların ikircikli tavırlarına defalarca şahit olmadık mı? Ağaçların kesildiği maden sahasında aylarca kamp kuranların, henüz ağaçların kesilmediği sahalara ilişkin “güçlü bir duruş” sergilediklerini neden göremiyoruz? Mesele ağaç ise Hatay’da 35 hektar ormanın yanarak yok olduğu ve PKK’nın açıkça üslendiği yangın ile ilgili sosyal medya hesapları üzerinden “Çok acı.. Geçmiş olsun #Hatay” demekten öte laf edemeyen “Kaz Dağları Savunması” adlı derneğin samimiyetini sorgulamayacak mıyız? Hatırlayın bir dönem Çanakkale Kent Konseyi “Boğazımıza Kadar Köprü İstiyoruz!” diyerek köprüye karşı olduklarını belirten pankartları şehrin birçok yerine asmışlardı. Peki neden? Güdümünde oldukları siyasi parti o günler malzeme bulamadığı için köprüye karşı idi, Kent Konseyi de partiye şirin gözükmek o pankartları asmıştı. Köprü yapıldı bitiyor, Kent Konseyi denilen yapının bugün Köprü ile ilgili bir eleştirisi var mı, hayır yok. Oysa “Kent Konseyi” gerçekten toplum yararına çalışıyorsa hemen herkesin eleştirdiği köprü geçiş ücretleri konusunda bugünden bir şeyler söyleyip en azından bir pankart asması gerekmez miydi? Basit gibi görünen “sivil toplum kuruluşlarının siyasallaşması” meselesi aslında ülkenin demokrasisini derinden etkileyen yaraların açılmasına sebep oluyor. Çünkü demokrasinin yeterince gelişmediği ülkelerde, devletin gerçek sahibi olduğunu iddia eden kurum ya da  kuruluşlar, demokrasi ve hukuk dışı uygulamalara girişirler. Dikensiz gül bahçesi isteyen siyasal iktidar, sayısal çoğunluğunu kullanarak, yasamayı da yanına alıp kendine uygun bir hukuk devlet düzeni kurmaya çalışabileceği gibi, asker ya da yargı denilen meşru başka güçler de, meşruiyet sınırını zorlayacak başka uygulamalara girişebilirler. Ülkemizin geçmişte yaşadığı darbeler ve yakın geçmişteki Gezi Parkı, 17/25 Aralık ve 15 Temmuz meseleleri tam da bunun bir sonucudur.  Ve son söz: “Demokrasiyi, demokratik bir devletin siyasal yetersizlikleri yüzünden suçlamak hata olur. Suçlanması gereken bizleriz, yani demokratik devletin yurttaşlarıdır. Demokratik kurumlar kendi kendilerini iyileştiremezler; onları düzeltme sorunu her zaman, kurumlardan çok, kişilerin sorunudur.”
Ekleme Tarihi: 15 Ekim 2020 - Perşembe

Bu İşin Sorumlusu En Çok Bağıranlar

Son dönemde sivil toplum kuruluşlarının yapısı ve söylemleriyle ilgili tartışmalar kamuoyunda sıkça gündeme geliyor. Öyle ki hükümet bu konuda Ankara Barosunun dini hassasiyetleri hiçe sayan nefret dolu açıklamaları yasal değişikliğe giderek baroların yapısını değiştirdi. Benzer bir durum Türk Tabiler Birliğinin de başına gelecek! Neden mi çünkü sivil toplum kuruluşları siyasetin adeta bir meslek kolu gibi hareket ediyorlar… Kendi alanları dışında “ne kadar popülizm yapabilirsek o kadar takdir görürüz, iktidarı haklı, haksız ne kadar eleştirsek o kadar gündem oluruz” diye düşündükleri için “farkında olmadan” bu ülkeye çok büyük kötülük yapıyorlar. İktidarı her geçen gün daha da “otoriter” olmakla suçlayan bu kuruşlar eylem ve söylemleriyle iktidarın otoriter adımlar atmasına aslında zemin hazırlıyorlar ve iktidara “haklıyız” motivasyonu sağlıyorlar.

Benzer durumlar yerelde de yaşanmıyor mu? Yedi kişinin bir araya gelerek kurduğu bir dernek bütün bir toplum adına açıklama yapıp, “halk böyle istiyor, böyle düşünüyor” diye propaganda yapıyor. Bu apaçık yüzde birin, yüzde doksan dokuza tahakkümü değil de nedir?  Bu apaçık demokrasinin kötüye kullanılması değil mi?
Üstelik çok büyük bir samimiyetsizlik de söz konusu. Bakınız, Çanakkale'de “Madene karşıyız!” diye slogan atanların ikircikli tavırlarına defalarca şahit olmadık mı? Ağaçların kesildiği maden sahasında aylarca kamp kuranların, henüz ağaçların kesilmediği sahalara ilişkin “güçlü bir duruş” sergilediklerini neden göremiyoruz? Mesele ağaç ise Hatay’da 35 hektar ormanın yanarak yok olduğu ve PKK’nın açıkça üslendiği yangın ile ilgili sosyal medya hesapları üzerinden “Çok acı.. Geçmiş olsun #Hatay” demekten öte laf edemeyen “K
az Dağları Savunması” adlı derneğin samimiyetini sorgulamayacak mıyız?

Hatırlayın bir dönem Çanakkale Kent Konseyi “Boğazımıza Kadar Köprü İstiyoruz!” diyerek köprüye karşı olduklarını belirten pankartları şehrin birçok yerine asmışlardı. Peki neden? Güdümünde oldukları siyasi parti o günler malzeme bulamadığı için köprüye karşı idi, Kent Konseyi de partiye şirin gözükmek o pankartları asmıştı. Köprü yapıldı bitiyor, Kent Konseyi denilen yapının bugün Köprü ile ilgili bir eleştirisi var mı, hayır yok. Oysa “Kent Konseyi” gerçekten toplum yararına çalışıyorsa hemen herkesin eleştirdiği köprü geçiş ücretleri konusunda bugünden bir şeyler söyleyip en azından bir pankart asması gerekmez miydi?

Basit gibi görünen “sivil toplum kuruluşlarının siyasallaşması” meselesi aslında ülkenin demokrasisini derinden etkileyen yaraların açılmasına sebep oluyor.

Çünkü demokrasinin yeterince gelişmediği ülkelerde, devletin gerçek sahibi olduğunu iddia eden kurum ya da  kuruluşlar, demokrasi ve hukuk dışı uygulamalara girişirler. Dikensiz gül bahçesi isteyen siyasal iktidar, sayısal çoğunluğunu kullanarak, yasamayı da yanına alıp kendine uygun bir hukuk devlet düzeni kurmaya çalışabileceği gibi, asker ya da yargı denilen meşru başka güçler de, meşruiyet sınırını zorlayacak başka uygulamalara girişebilirler. Ülkemizin geçmişte yaşadığı darbeler ve yakın geçmişteki Gezi Parkı, 17/25 Aralık ve 15 Temmuz meseleleri tam da bunun bir sonucudur. 

Ve son söz: “Demokrasiyi, demokratik bir devletin siyasal yetersizlikleri yüzünden suçlamak hata olur. Suçlanması gereken bizleriz, yani demokratik devletin yurttaşlarıdır. Demokratik kurumlar kendi kendilerini iyileştiremezler; onları düzeltme sorunu her zaman, kurumlardan çok, kişilerin sorunudur.”

Yazıya ifade bırak !