Eleştiri ile düşmanlığı birbirine karıştırırsak eğer, sözün değerini, tavrın ağırlığını düşürmüş oluruz. İnsanları kendimiz gibi olmaya zorlayamayız. Bizim gibi düşünmüyor, konuşmuyor, yazmıyor, yapmıyor diye düşmanlık edemeyiz. Eleştiri olur, olmalıdır. İsabetli eleştiri, hakkaniyetli itiraz, nice yanlıştan dönülmesini sağlar, sağlamıştır. Nihayetinde, göz kendisini göremez. Hata insana mahsustur.
Eleştiri ile düşmanlığı birbirinden ayıran temel fark, niyettir. İyi ve kötü. Eleştiri adı altında fenalığın her çeşidini gördük, görüyoruz. Bazen maruz kalıyoruz, bazen şahitlik ediyoruz. İster siyasetçi olsun, ister müdür veya gazeteci; eleştiren kişinin kendisini ‘üstün insan’ olarak görmemesi gerekir. Üstünlük takvadadır. İlim, evvela kendini bilmektir. İlaveten, insaf.
Şahsi hesaplar, hırslar, ihtiraslar, kıskançlıklar, eleştirinin çıkış noktası olmamalıdır. Olursa ne olur bugün yaşananlar aslında bunun özetidir.
Üslup meselesine dair yaşadığım acı bir tecrübeyi sizlerle paylaşmak isterim. Tarih 9 Eylül 2015, sosyal medya hesabımdan Çanakkale Adliyesinde yer bildirimi yaparak şu paylaşımda bulunmuşum; “Bir doğrunun imanı, bin eğriyi düzeltir. Yazdığım yazı ve yorumlardan ötürü "Özgürlük" kavramını dilinden düşürmeyenlerin şikayetleri üzerine 11.defa savcıya ifade verdim bu şikayetlerin bazılarından dolayı halen daha mahkemelerce yargılanıyorum da lakin ne olursa olsun doğru olandan şaşmadım, şaşmayacağım..!” Yaptığım bu paylaşıma o zamanlar sade bir avukat olan bugün ise AK Parti İl Başkanı olan Gültekin Yıldız ise şu yorumu yaparak şahsıma destek olmuş; “Gazetenin adını Sözcü ya da Cumhuriyet olsaydı basın özgürlüğünden sen de istifade ederdin. Kendileri gibi düşünmeyen insanların hiçbir hakkını gözetmeyen bir anlayışla karşı karşıyayız. Eleştirme hakkı sadece onlara ait ama eleştirilmeye zerre kadar tahammülleri yok.”
Yıldız’ın bu sözlerinden dolayı o gün teşekkür ettiğim gibi bugün bir kez daha teşekkür ederim. Lakin koltuğa oturunca işlerin değiştiğine bizzat şahit olduğumu ise üzülerek belirtmek isterim. Yerel seçimlerin ardından AK Parti İl Başkanlığı koltuğunda oturan Gültekin Yıldız’ı, eleştiri ile düşmanlığı birbirine karıştırmadan ölçülü ve seviyeli bir şekilde eleştiren yazılar yazdım. Sade bir avukat olan Yıldız’ı eleştiren yazılar değildi bunlar AK Parti il başkanı koltuğunda oturan Yıldız’ı eleştiren yazılardı bunlar. Bu ayrımı her defasında özellikle dile getirdim.
Peki Gültekin Yıldız bu eleştirilerden sonra ne yaptı? 2015’te hatta daha yerel seçim sürecinde şahsımı takdir eden, istişareye, eleştiriye açık Gültekin Yıldız gitmiş bambaşka bir adam gelmişti. Kafasında kurduğu şeylere inanmış ve acaba doğru mu söylüyor sorusunu bir kez dahi kendisine sormamış bir adam vardı artık karşımda. Gördüğümde inanamadığım, duyduğumda çok üzüldüğüm şeyleri yaptığına şahit oldum. Gültekin Yıldız bir yanda hakarete varan eleştirilerini, çok üzülerek söylüyorum iftiralarını kulağıma gelecek şekilde yayıyor, diğer yanda da aldığımız bir iki reklamın peşine düşerek reklam verenleri baskı altına alarak ekmeğimizle oynuyor. Bu durum karşısında küfür, hakaret bir yana argo sayılabilecek bir tek ifade dahi kullanmadım söylediklerine öyle değil böyle demeyi bile zül kabul ettim. Tek söylediğim şu oldu; “Allah ıslah etsin…”
Üzülerek ifade ediyorum, eleştirdiğim için beni savcılığa şikâyet edenler dahi böyle yollara tevessül etmemişti. Kendi adıma değil Gültekin Yıldız adına çok üzüldüm. Aslında burada özne ben değilim biraz daha derine bakıldığında camianın çok büyük bir soruna işaret eden bir durum bu… Bize emanet edilen imkânlar ve makamlar, bir gün mutlaka elimizden alınacaktır. Buradaki esas mesele, onları teslim ettikten sonra elimizin, kalbimizin temiz kalıp kalmadığıdır. Yoksa kötü konuşmuş, ekmeğimle oynamış mesele değil, ne diyeyim canı sağ olsun!
Son söz; “Marifet varlık ve makamda can ve dost olabilmektir, ikisi de imtihandır. Bunlar geçince söylenen boş laftır. Biri çıkar seni de gördük der üzer!”