Son yüzyılın bütün kabulleri yara almış durumda... İnsanın, dünyadaki her şeyi kontrolüne alma, tabiatı yönetip imkanlarını talan edercesine kullanma, hayatı özünden bozmak pahasına bilimsel ve teknolojik hükümranlığını sürdürme iddiası sağlam bir tokat yemiş bulunuyor. Oysa, içinde yaşadığımız asır neredeyse bütün kadim kabulleri bir yana bırakarak, insanın hayat üzerindeki egemenliğine kendini inandırmaya çalışmakla geçirdi bizi. Ve geldiğimiz gün itibariyle gözümüzle dahi göremediğimiz bir hastalık, koronavirüs salgını, tüm dünyada yaşamı felç etti.
Bu fırtına iç dünyamızı etkilediği gibi iş dünyamızı da derinden etkilemiş durumda. Çünkü çarklar ya dönmüyor ya da yavaş dönüyor. Evlerimize kapanmak zorunda kaldığımız için, hayatlarımızı idame ettirme konusunda gerekli kazancı bulmakta zorluk çekiyoruz. Dünyaya kâbus dolu günler yaşatan corona felaketinin hepimize öğrettiği en gerçekçi ders şu; bütün bir insanlık olarak paylaşmayı ve dayanışmayı öğrenemezsek hiçbirimizin ayakta kalma şansı olmayacak... Evet gönül isterdi Amerika gibi Almanya gibi bizim devletimizde milyarlarca dolar destek paketi açıklasın lakin gerçeklerimizle bir kez daha yüzleşmemiz ve kabullenmemiz gerekiyor. “En azından…. Buna da şükür…” diyeceğimiz onca sebep var onlara bu günlerde sımsıkı sarılmamız gerekiyor…
Salgının ülke ekonomileri üzerindeki olumsuz etkisi, birçok iş sektörünü sıkıntıya düşürdü. Zarar görmeyen sektör neredeyse yok gibi en büyük zararı ise hizmet sektörü, özellikle de turizm gördü, otellerin yüzde doksan dokuzu kapalı. Bu yıl bütçemizi toparlayan turizmi sanırım unutacağız. 34,5 milyar dolar gelir buhar oldu! Eğitim sektörü, uzaktan eğitimle kendini yenilemeye çalıştı. Çok mu başarılı? Hayır ama elinden geleni yaptı, yapmaya da devam ediyor! Maalesef turizm sektörünün böylesi alternatif modellerle varlığını sürdürme ihtimali de yok. Üretim kapasitemiz göz önüne alındığında ekonomimiz için bacasız sanayi turizm, olmazsa olmazlarımızın başında geliyor ve onu yaşatmak hepimizin görevi! Devlet hem yaşamak hem yaşatmak zorunda olduğunun bilinciyle çeşitli destek paketleri açıklayarak bir nebzede olsa nefes aldırmaya çalışıyor. Sürecin belirsizliği dikkate alındığında bu nefesin yaşatmak için ne kadar yeterli olacağı meçhul… Daha önce belirtmiştim devlet dahil herkes kendi krizini yönetmek zorunda… Ayakta kalanlar alkışı en çok hakkedenler olacak…
Tablo böyleyken turizmcilerden otellerinizi sağlık personellerine açın, şöyle yapın, böyle yapın diye öneri diyemeyeceğimiz tonda telkinler yükseliyor. Yerel ölçekte baktığınızda Çanakkale’de böylesi bir talebi ekonomik olarak karşılayacak tek bir işletme var o da Kolin Hotel, Kolin ile ilgili bir karar verilecek ise de onun kararı emin olun Çanakkale’den verilmez… Diğer oteller ise küçük ve orta çapta esnaf işletmesi günü kurtarmanın derdinde onlardan bu süreçte isteyeceğimiz tek şey aman ayakta kalın olmalı… Ayrıca şu aşamada böyle bir ihtiyaç da yok zaten Turizm Otelcilik Sağlık Çalışanlarına açılmış durumda yani devlet önce kendi misafirhanelerini hizmete sokmuş durumda. Sanırım daha fazla bir şey söylemeye gerek yok. Klavye başından o öyle yapsın bu böyle yapsın demek en kolayı…
Ve son söz: “Ne olacak peki? Nereye gidiyor, nereye varacak dünya? Belli ki zulümle, kanla, hukuksuzlukla, gaspla kurulmuş bu sahte dünya er ya da geç yıkılacak. Şimdiden çatırdamaya başladı hatta. Ne gelecek yerine peki? Hak ettiğimiz ne ise o! Bütün bu yaşananlar bize sadece acı ve gözyaşı getirmiyor, sadece tedirginlik, korku, hayal kırıklığı ve öfke yaşatmıyor; aynı zamanda içten içe sarsıyor da bizi. İşte bu zamanın imtihanında bizim hiç çalışmadığımız yerden çıkan soru bu! Cevabını içimizin epeydir kilitli tuttuğumuz odalarında aramamız gerekiyor. Hatırlamayı başarabilirsek eğer, hakikatin orada bizi beklediğini göreceğiz. Bizim sebeplere ihtiyacı olmaksızın her sığınanı rahmetiyle sarıp sarmalayan bir sahibimiz var! Biz onun sonsuz kudretine inananlarız ve O ne derse o olur!”